Kendime yalan söylemeye başladığımdan beri kimseye inanmıyorum.
Yaşamak için gücüm kalmadı.
Nasıl savrulduysam kendimden bile bir parça kalmamış..
Uzun süren fedakârlık bir kalbi taşa çevirebilir.
Ömür denilen, esip esmediği belli belirsiz bir rüzgârın bizi bir yerlere savurmasını bekliyoruz. Arkamızda bıraktığımız yarınların da bugüne hiçbir tesiri olmadığını bile bile yarına fazla umut yüklüyoruz.
İçim, bir çocuğun kapıda kalmışlığı gibi...
Gece vakti, yaz ayının tatlı serinliğinde düşüncelere dalarak yürümek...
Sesi titriyordu, uzaklara dalmış; gözleri dolmuştu. Anlatacak çok şeyi vardı fakat çığlık çığlığa susuyordu. Artık gözleri de anlatamıyordu bazı şeyleri, ölüyordu. Ormanın en derinlerinde kendini huzurlu hissederken şimdi ise bir toprak altındaydı ve nefessizdi, bu saatten sonra çiçek açmazdı, zaten toprağını sulayan da olmazdı.
Çocukluğuma bir özür borcu var hayatın.
Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum. Yalnız bir yerlerim acıyor..
Ne bileyim kimse gülüşümden sevmedi beni mesela. Ya da uyandığımda uzun uzadıya geceden kalma mesajlar atmadı. Kimse sırf sesimi duymak için de aramadı beni. Özlemedi. Hep, ben en çok sevdim. Kimse bunun aksini iddia etmedi. Fakat, isterdim bir kere de ben birilerinin kanatlarında olayım, bir kere de başkası sarsın beni. Bir kere de başkası düşünsün benim mutluluğumu.. Olmadı. Belki de hiç olmayacak, bilmiyorum. Neyse, artık neyseler neyseleri getirse de neyse.