Sakla kinini en derinlerine
Gününü bekler kaybedilecek savaşlarının
Yadyodaki derslerde kendimi Granny oyununun içerisindeymişim gibi hissediyorum.
“Bir kere daha yandım ama canım gördüğüme sevindim”
Thich Quang Duc
eppur si muove
Krzysztof Kieślowski
Çocuk olarak geçirmediğim ilk bayram.
Ailemin gözünde çocuk olduğumun bir kanıtı daha.
Bayram harçlığı aramızdan ayrıldı bu bayram. Değişime birinci elden şahitlik yapıyorum. Bayram harçlığıyla beraber ayrılan çocuksu sevinçlerimiz ya da hüzünlerimiz değil ama. Onlar hâlâ içimde.
Bayramın 2. günü, uzak akrabalarım ve onların arkadaşlarıyla İskenderun’daydık. Abim bir ara markete gitti, geldiğinde çocuklara ıvır zıvır bir şeyler getirdi. Çocuklara tatlı bir şeyler getirdi ve o çocuklar arasında ben yoktum yani. Tatlıya da çok düşkünüm, çocuklara tatlı verilirken kedinin ciğere baktığı gibi bakmış olabilirim. Ben bakarken bir şeyler verilmeye devam etti ve ben de bakmaya… Yetişkinler tatlı yemiyordu nasılsa. Ben de kendime çocuktum ya, millet ne bilsin koca kız görüyorlar dışarıdan.
Bu bayram çocuk olarak geçirmediğim ilk bayramdı.
İnsan en çok da varmak istediği yerden koşarak uzaklaşır. Duvarlara çarpmak istediği sözcükleri kanatır boğazını en çok. Adımları hızlanırken hayatın, düğümleri dolanır ayaklarına yutkunmamış boğazların.
“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.”
Tolstoy’a atfediliyor…
Bir şehri bizim için değerli kılan sahi yaşanmışlıklarımız mıdır?
Yaşananları heybemize koyup şehrin ruhunu dinlemek mümkün müdür?
Tekrarlayan döngülerim oldu hayatta. Yüz kere algıda seçiyorsun, yüz kere de çağırıyorsun. Bakış açını değiştir, düşünceni gözden geçir. Şans? İstisnaları vardır elbet; %100 dersen tez-makale.
Şehrin insanları şehre perde çekiyor. Şehrin insanları diye ayrıca bir kategori daha açmak hafızayı gereksiz şişiriyor. Sınır çizmişiz yaşam alanı adını verdiğimiz; bu alanın dışında yaşam yokmuşçasına beşeri de bağlamışız bu tanıdık hava sahasına. Bakıvermişsin yaradılışımızdan gelen aidiyet bizi oranın yapmış.
Merhaba ben insan, yalın insan. Ne bir yere aidim, ne de olmaya niyetim var. Aidiyet dedin. Ben de yetinme dedim. Duygularımız çatışıyor bu defa! Kendimle çatışıyorum bir defa, bırakıyorum öylece kucakladıklarımı ve unutuyorum coğrafyamı. Derdime düşüyorum.
Soruyorum: Şimdi, bana nasıl sınırlar çizeceksin? Daha ben ruhumu dizginleyememişken bedenimi bir avuç toprakla nasıl ölçüştüreceksin?
Hepimizde aynı kalabalıklık, aynı kalabalık yalnızlık. Aynı yaşanmışlıklar, aynı coğrafya. Ortak geçmiş. 10 kilometre ötedeki ben, 20 kilometre gerideki ben. Alt komşumuz -yaş 50-, 15 yıl sonraki ben. Bir köprü aradaki. Üstünde belki iki keçi. Biri ben. Biri benden.
İçimdeki ses, milyonlarca. Taşıdığım şu kafa; tutmaya alışkın, susmaya da. Nereye gitsem farklı yüzler benden içeri bana, aynı yaşanmışlıklar hiç şaşırtmayan yana.
Döngüler tekrarlanır, hikayeler anlatılır. Kendinden arındır şehirleri. Şehirler insanların peşinden gitmez.
Bizim Büyük Çaresizliğimiz’i okurken gelen bir telefon, kardeşimden.
-Sana bir şey attım internetini aç.