evimdeyim, mutfakta. aspiratörün o loş, sarı ışığını açıp oturdum yine. biliyor musun ben o mutfaktaki aspiratör ışığını çok seviyorum anne bana çocukluğumu anımsatıyor hatta o sarı aspiratör ışığının kokusu bile var benim için hamsi tava kokuyor mesela, kızartma kokuyor, anason kokuyor, buram buram rakı kokuyor, müzeyyen senar kokuyor, babaanne evi, babaanne mutfağı kokuyor hepsini o kadar iyi anımsıyorum ki anne, daha dün yaşamış gibi, kokusunu bile alıyorum hala, burnumda tütüyor anne, burnumda tütüyor
ne kendimle anlaşabiliyorum ne bir başkasıyla. bildiğim sevdiğim ne varsa geride bırakıyorum. elimde bir makasla koşuyor ve tüm bağları kesiyorum. istersen özgürlük de buna, istersen ayrıcalık, yalnızlık bu tamamen. geçmişimden bugüne hiçbir şey getirmedim. hiçbir yüz tanıdık değil, hiçbir yere daha önce gelmedim. hep bilmediğim kelimeler var önümde ve harflerim eski, yazacak yeni bir hikayem yok.
gözümü kısıyorum uzağa bakıyorum sana sarılmış olmanın sahnesi geliyor. çok büyük bir yükün, geçmiş olsunluk bir sorumluluğun, dünyevi bir meselenin, büyük çaplı bir kalp ağrısının sonunda nereye baksan beni görmek istediğin o an geliyor. bunu hissettiğim için öyle berrak ki içim öyle telaşsızım ki, bir damla yaş akıtmıyorum kucağımdaki ele, önümdeki masaya, dudak payımdaki fincana; bana gözlerin dolu dolu baktığın o akşama gidiyorum, içimin ufku ciğerime dolan oksijenle genişliyor. daha uzağın artık varış noktasının, daha yakına geldiği yerde oluveriyorum. gittiğin, vardığın, varamadığın yollar nasıl? durduğun duraklar nasıl, ben o kelime değildim ya, öyle demiştin. ben o cümle de değilmişim, ele alınan mektupta okunan hiçbir sözde akla gelen de olmamışım. ben şimdi ucundayım, bitimindeyim, başlangıcın sonundayım. seni bir kere tanımış oldum ve bunun beni seni hiç tanımamış olmaktan daha kötü ettiği o yerdeyim.
birbirimize ait yıkılmaz kalelerimizin içindeyiz diye düşünürdüm
ne o benden ne ben ondan geçebilirim derdim
çözdüğün kadarım, çözebildiğin kadar varım.