İnsanı delik deşik eden sessizlikler var, geceyi bölen çığlıklardan daha beter. Ve sen o sessizlikte ne demek istediğimi anladın. Çünkü sen de çocukken bir kuş olmak istemiştin. Yakınmadan, ortalığı ayağa kaldırmadan acı çekmeyi öğrenmek hayli zamanını almıştı. Beni anladığında o kadar şefkatle baktın ki, sanki gözlerinle saçlarımı okşadın, gözlerinle ellerimi tuttun ve aynı gözlerle kahvaltına devam edebilirsin dedin.
Anne-Louise Lambert on the set of Picnic at Hanging Rock (1975).
Dir: Peter Weir
başlıyoruz.
“Biliyorsun, seni sevdim. Bir gün kör kalsaydın da severdim. Ellerin olmasa mesela… Ellerin olmasaydı, sen bile kendini sevmezdin oysa.”
Seni seviyorum ama seni unutabilirim,
Sanki hayatıma hiç girmemişsin gibi,
Sıradanlaştırabilirim, herkesleşirsin gözümde,
Canımdan canımı ayırır seni çıkarırım içimden,
Ve diğer insanların arasına bırakırım,
Unutamam değil, unuturum diyorum,
Ama seviyorum, senin kendini sevdiğinden daha fazla,
Belki kendimden bile daha fazla seviyorum seni,
Ki kendimi severim bilirsin,
Seni önümüzdeki birkaç yüzyıl sevebilirim,
Eğer istersem ömrümce bekleyebilirim,
Eğer ayakların ya da kolların olmasaydı seni sevmeye devam ederdim,
Eğer dünyanın bir ucuna gitseydim yine seni sevmeye devam ederdim,
Sen kendini sevmediğin, nefret ettiğinde bile,
Ölseydin bir kazada, seni sevmeye devam ederdim,
Fakat unuturum, çok kişiyi unuttum bu güne kadar,
Kimilerinin yanından yabancı gibi geçtim gittim,
Kimleri yaşarken öldürüp gömdüm içimdeki isimsiz mezarlara,
Seni de unuturum, bana bıraktığın bütün bu acıları da,
Başkasını sevebilirim, bir başkasına aşık olabilirim,
Yerini hiç kimse dolduramaz diyemem,
Senin gibi kimseyi sevemem diyemem,
Çünkü unutmuş olacağım,
Elbet biri çıkar karşıma, beni sever senin gibi,
Mutlu da olurum onunla, mutsuz da olabilirim,
Bir şekilde var olmaya devam ederim,
Seninle ya da sensiz, yaşamaya devam edeceğim,
İşte sorun burada başlıyor,
Tam kırıldığım noktadayım,
İstemiyorum hiçbir şeyi..
Her türden düzen beni mahvediyor. Yalnızca sarhoşken caddenin ortasında yalpalayarak yürüdüğüm zamanlarda kendimi tanıyabiliyor ve kabullenebiliyorum.
onu üzmemem gerek çünkü o beni seviyor. onu üzmemem gerek çünkü o beni düşünüyor. onu üzmemem gerek çünkü o bana değer veriyor.
onu delicesine severken, dertlerimle sıkmamam gerek. içimde yaşadıklarımı içime atmaya devam etmem gerek. onu yormamalıyım, bunu hak etmiyor. onu dinlemeliyim, onun derdine derman bulmalıyım. onu sarmalıyım, üzülmemesini sağlamalıyım.
beni her zaman çokça seven birisini içimde yaşadıklarımla üzmemeliyim. yansıtmamalıyım, anlatmaya çalışmamalıyım. yalnızca… yalnızca bu şekilde devam etmeli işte. ben görmezden gelmeliyim, görmezden gelinmeliyim. bazenleri cidden onu üzmekten başka bir şey yapmıyormuşum gibi hissediyorum. çabalamaya çalışırken, onu yıpratıyorum.
üzücü. üzücü çünkü kendim de yıpranıyorum. yıpratırken, yıprattığımdan daha çok yıpranıyorum.
yatağımda öylece uzanırken yoruluyorum, çünkü boğuluyorum.
önümdeki kağıtlara bakarken kalemi tutamıyorum çünkü kolumu kaldırmaya bile gücüm olmuyor.
ben yavaş yavaş pes ediyorum. neye pes ettiğimi bilmiyorum, neyi bıraktığımı bilmiyorum.
yalnızca bir sıkıntı var ve çözemiyorum. hiçbir zaman da çözemeyeceğimi biliyorum. gariptir ki, çözemeyeceğimi bile bile çabalıyorum.
elimden bir şey gelmiyor.
yalnızca özür dileyebiliyorum.
peki o zaman.